susadım , su içtim . tiksindim , tiksintimi içtim . . .

31 Temmuz 2009 Cuma




özgürlüğe zincir vuruluyor , ve yıl 2009...




nasıl biri diye kaç kişinin aklında geçti?Kim bilir...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

biber meşrepli ihanet

Acı bir şey yersin de boğazındaki tadı gitmez ya hani..
Acı derken biber gibi değil ama hani böyle acı kahve gibi misal ya da acı bir şeker
Alınca ağzına hemen geçmez ya tadı,acılığı
Bir bardak soğuk su içersin önce ve biraz beklersin sonra geçer
İhanet de böyle acı bir şey yemek gibi…
Kocaman bir bardak soğuk su içersin üstüne ve biraz beklersin ama geçer…
Kocaman bir bardak sopsoğuk bir su içersin..çünkü ihanet hazmı zor bir renktir
Geçer unutursun tadını..tadı unutulur ama o acı kahveyi hiç unutmazsın
Her kahve gördüğünde lanet yağdırırsın
İhanet sonrasında kimseye güvenemez insan kimseyi sevemez
Çünkü herkeste biraz o vardır
Herkeste ondan bir parça görür ve aklına hemen o gelir
Güvenemez..dedim ya ihanet hazmı zor bir renktir
Öyle kızmıştır ki ona üzülemez bile
Kızgınlığı geçince üzüntü çöker
Acı kahve de böyledir.
ilk tat gittikten sonra ne yersen o tat tekrar ağzına gelir.
tadı bozulur ağzının
ondan sonra kimi sevsen onun ihaneti gelir ağzına,tadın kaçar
oysa onu bir ressamın fırçasını sevmesi gibi sevmişsinizdir…
bir futbolcunun ayağına muhtaçlığı kadar muhtaçsınızdır onun aşkına
o da sizi sevmiştir elbet…
çalar saatin pile muhtaçlığı gibi muhtaçtır aşkınıza
balığın denizi sevmesi gibi seviyordur sizi
ama filmi kopar bir yerde masalınızın
çünkü dijital piller icat edilmiştir ve artık balıklar havuzlarda da yaşabiliyordur
çünkü bir film iki seanstan oluşur.başlangıç ve bitiş…
ve filmler hep mutlu sonla bitmez..
anlayacağın şans işi bunlar…bir nevi kumar…
Rus ruleti..bir yerde sana da çıkar…acısı çıkmaz…

Yalnızlık paylaşılır,paylaşıldığı için yalnızlıktır

Neden başkasına ihtiyaç duyar ki insan?Kendimiz neyimize yetmiyoruz?Kendimiz varken neden başkalarını sevmeye çabalıyoruz?İçindeki yalnızlığı bastırmak için bilinçaltımıza tıka basa…Başkalarını,seviyorum diye kandırıyor olamaz mıyız acaba?Hatta daha kötüsü kendimizi kandırmaz mıyız onu seviyorum diye?Sevdiğimiz yegane şahısa yalanlar göndermez miyiz esen rüzgarlarla?İnsanlar sadece sahip olduklarını severler...Sahi kendin hariç kime sahipsin ki sen?Tek geldin tek gideceksin.Bunu pekala sen de biliyorsun bilmesine de o kadar ödleksin ki mevzu yalnızlık olunca,itiraf bile edemiyorsun işte...Çünkü o zaman anlaşılacak yalnızlığın...Herkesin bildiği yalnızlığın aleni bir şekilde bilinecek…

Yalnızlığı “Yalnız olma durumu,kimsesizlik” olarak kabul etmiş TDK…Yanında birilerinin olması senin kimsesiz olmadığını mı gösterir peki?Onlar sadece yanındadırlar gelirler ve giderler...Senin canına karışamazlar...Ki sonunda gene tek başına kalırsın…Tarladaki bostan korkuluğu misali.Yanına birileri gelir ve giderler sadece...Senin kimsesizliğini dindiremezler,eklenirler ama ait olamazlar sana..Ağaca kuşlar konar sonrada uçar giderler ya o misal…Eğer yalnızlık paylaşılmasaydı başkalarına ihtiyacımız olmazdı..Başkalarına ihtiyacımız var çünkü kendi yalnızlığımızı onlarla paylaşmak istiyoruz.Böyle teselli buluyoruz belki.Özdemir Asaf “Yalnızlık paylaşılmaz.Paylaşılsa yalnızlık olmaz” demiş...Külliyen yalan...Paylaşılır yalnızlık...Paylaşıldığı için yalnızlıktır ya zaten…Bir tek kendini paylaşamaz insan.Öyle ya kim kolunu yahut bacağını paylaşabilmiş bir başkasıyla.Al kolumun yarısı senin olsun diğer yarısı benim diyebilir misiniz?Denilmez elbet...Ondandır paylaşılan yalnızlıktır…Yalnızlık paylaşıldığı için yalnızlıktır…

Doğanın Kapadokya’da açtığı deliklerin aynısından kendisi de taşır insan…Ve ödü patlar bu duyulacak diye...İçindeki boşluk -o tek kişiye ağır gelen yalnızlık- anlaşılacak diye...Başkalarına bu yüzden ihtiyaç duyarız bence..Sahi hayat arkadaşlığı da buradan gelmemiş midir? O yükü kaldırmaya yardım etsin diye hayat boyu süren arkadaşlık edinmez miyiz...Aslında başkalarına da ihtiyaç da duymaz insan.İnsanoğlunun tek derdi yalnız olduğunun anlaşılmaması...Evet yalnızdır insan derisinin içinde...Damarlarında dolaşan kandan gayrı yoktur bir şeyi,salt ona ait…Ki o da toprak olacaktır günün birinde..Böyle cümlelerde başladım bir başkasını sevme oyunuma.Bardağımda yarım bıraktım onu sonra...Dudak izlerim kadehte kaldı ama ben çoktan gitmiştim .Odada Pur Blanca kokusu...Beyaz frezya…Ylang ylang…Benim kokum...Lakin madem yittim ben onda o halde artık yokum bu odada…Yok oldum…

Ve yok olunca anladım gerçeği..Gördü gözlerim pembe toz bulutları kalkınca önümden...Kimseyi sevmemişim ben kendimden başka..Sahi neydi isimleri bak unuttum şimdi…Ardından bir mutluluk sarmaladı tenimi...Kendi kendime yetebilmek…Kendime olan sevgimi sarmalayıp belinden,yalnızlığı dindirme çabamı fark edebilmek…İndiğim o mutluluk durağı..Mutluluğun kokusu beyaz frezya kokusunu bile bastırdı...Mutluluğun kokusu…O yeni açılmış kalem sivriliğinde...o turkuvaz tadında koku…

İnsana mahsus değil bu yalnızlık korkusu..İnsan olmayı bile becerememiş evrimsel varlıklara da dair sözüm.Belki de yalnız kalma korkuları onları bu denli insanlıktan uzaklaştıran..İnsanın yalnızlığını bildiklerinden vazgeçtiler belki insan olmaktan...Kim bilir?

Bir başkasını sevebilirmiş bir insan...Kabulümdür.Bir başkasını kendisi kadar sevebilirmiş insan...İmrenirim...Ama bir başkasını kendinden çok sevebilirmiş insan...İşte orada bir dur derim! Bir insan bir başkasından etkilenebilir,sevebilir sadece…Ama bir yere kadar…Bir hududu var! Hayal gücüm kaldıramıyor bunu...Ağır geldi bu düş,gücü azaldı hayallerimin...Kas gücüm kaldırır belki ama hayal gücüm kaldırmıyor…

Ve şimdi bir bardak soğuk su içme zamanı..Sıcakkanlı buzdolabımızdan biraz soğuk su koyuyorum bardağıma,bardağım üşüyor...O bile yalnızmış meğerse…

Nah Şu Eşeğin Gözü Kadar...

Boş bir sokakta eşeğine yük olan bir adam...Salih amca...Üç gün kadar oldu oğlunu kaybedeli hain bir kurşunda...Yüksekova sırtlarında 21 yaşındaki oğlu...Daha yaşamının baharında..Adı Tamer...Şehit torunuydu hem.Vatan için şehit düştü,kan oldu bu toprağa...Ne Uğruna?Şimdi eşeğinin sırtındaki Salih amca bunları mı düşünüyor acaba..Olsa şu barışta kurtulsak bu kızılca kıyametten mi diyor o boncuk boncuk gözleri..Devletine güvenmiyor bu besbelli.Geçtiği bu sokak kadar boş şimdi onun içi...

Ben de anlatıp duruyorum böyle,ayakta kaldınız buyurun,girin içeri.Bir şeyler alır mısınız diyemiyorum maalesef.Çünkü evde su dışında bir şey yok.İster misiniz?Malum savaş...Buyurun buyurun.Rahatınıza bakın.Salih amcayla Tamer'i soracaksınız bana biliyorum.Gazetecisiniz değil mi?Tahmin etmiştim zaten.Neyse nerde kalmıştık.Ha Salih amca diyordum savaş bitti ama o da bitti zavallı.Tüm ailesini kaybetti.Hafızası da dahil kaybettikleri listesine.Bir gelip bir gidiyor.Aklı uçtu gitti fukaranın.Eşeğini oğlu sanıyor.Dedim ya aklı bir geliyor bir gidiyor.Aklı başından uçup gittiği anlardan birine denk gelmiş olsa gerek Cumhur Bey'in evini bastığı gün.Ona da acıyın.Şehit torunuydu.Bir savaşta kaybetti ailesini.Varını yokunu...Sonra atlattı acısını,kendine yeni bir aile kurdu derken,kurduğu bu aile de bir savaşta kayıp gidince ellerinden usulca...Dayanamadı zavallı.Sıyırdı kafayı.Eski ahbabımdır benim.Ta çocukluktan.Amca dediğime bakmayın siz.Onun lakabıdır o.Hükümeti oldu olası sevmezdi zaten.Oğlunun,kıymetlisinin ölüm haberi dağıttı onu iyiden iyiye,vakitli vakitsiz sövüyordu hükümete.Yapma,etme dediysem de kaile almadı beni.Aslında iyi de etti.Gitti döktü zehrini.Kustu hıncını...Onun gibi binlercesi var bu memlekette ama bir tanesinde dahi yok onun cesaretinin zerresi.! Yaradılışından gözü karadır ama başkaydı bu sefer ki..Deli cesareti derler ya öyleydi işte...

Elinde avucunda aha şu eşekten gayrı kalmadı bir haltı.Varsa yoksa eşeği,onun deyimiyle Tamer'i...Oğlunun da gözleri böyleydi.Kocamandı,aynı şu eşeğin ki gibi.Salih amcanın da yarası böyle .Kocaman,aynı şu eşeğin ki gibi.Burada söyledilerdi idi ona oğlunun şehit haberini.Geldi yanıma "Oğlum kan olmuş toprağına,bayrağına.Feda olmuş vatanına.Gitti dedesinin yoluna.Ama farkında değil midir giderken bıraktı bende nah şu eşeğin gözü kadar bir yara" dedi.Bindi eşeğine.Üç gündür gidip gelir bu yolu.Eşeğiyle konuşur.Tabi arada bir de Cumhur'un evini bastı.Bastı da sakız oldu sizin dilinize.Siz hükümeti basmasıyla ilgilendiniz sadece.Eşeğinin gözleriyle ilgili söylediklerini dinlediniz.Şaşırdınız sadece.Anlam veremediniz.Oysa sizin orda film gibi izlediğiniz burada her gün oluyor.Her dakika...Her saniye...Aldığın her nefeste...Salih amca...Ah ah..Evet basmıştır hükümetin evini.Doğrudur.Yazın gazetelerinize,manşet yapın günlerce..Durun durun!Manşeti de ben söyleyeyim sizlere.
"Salih amca ile oğlu Tamer'in kocaman yaraları var,nah şu eşeğin gözü kadar..."

Oza- XIV

XIV

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!


Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.


Selam Oza!


-Andrey Voznesenski-

Oza

Sıkıntılı, yorgun ve bitkin, bir gece yarısı tam çekilme vakti denizin,

Tuttum yaratıcılığı övdüm,
Oza'dan söz ettim dostlarıma.
Birden bir kuzgun belirdi, kesti yarıda sözümü;
Çakmak çakmaktı gözleri ve korkunç kara,
Dedi kuzgun: "Kim ipler be bunları."
"Ey kuş'" diye bağırdım, "İnan yıkıyor beni senin
bir insan yerine kuş olman.
Katılsaydın bu mutlu işte bize
Katılsaydın ikiye bölmeye yeryüzünü."
Dedi kuzgun: "Kim ipler be bunları!"
"Neler olmazdın, düşün bir kez, büyük akıl hocası,
deneyci ve makinelerin tanrısı.
Tunç içinde yaşardın ey büyük yaratıcı,
gözbebeği dünyanın düşün bu yüce şansı!"
Dedi kuzgun: "Kim ipler be bunları!"

"Dev makineler yapardın, kurardın demokrasiyi
ne güzel işlerdi ya hani!
Kurtarırdın gereksiz kral ve kraliçelerden dünyayı
yok edip o fosilleri..."
"Ya da bir gün" dedim,
"uzaklarda ufacık bir kulüben olurdu da
incecik parmaklarıyla kirazlar yedirirdi bir kız sana.
Öylesine bir yer, övgüden, yergiden uzak..."
Dedi kuzgun: "Gel bırak budalalığı,
sensin, varsa eğer yeryüzünün tek tutsağı.
Özgürsün, ama yok özgürlüğün
özgür görünsen de şimdi.
Yarışa kalkmışsın son hızla, o güçlü arabayla, ama
bak direksiyonun yok ki!
Oza, Roza ya da bilmem kim yosması
-Ve bütün bu değişimler ne baş belası.
Toz, toprak, çamur olacaklar günün birinde.
Yaşam kısa, öyleyse kim ipler be bunları!"

Nasıl anlatabilirim şu şom ağızlıya
Yalnızca ilençli sözlere açık olmadığını ağzımızın
Capcanlı dudaklarımızın güzelim dudaklara
Ve serin sularına da değeceğini bir ırmağın?

Yaşamak ne büyük bir mucize
Ama nasıl anlatırsın bunu yaşamasızın birine?

Belki anlatırsın, ama kim ipler bunları be!



-Andrey Voznesenski-

iki kişilik şiir var şu hayatta

a)insan özgürken ilkeldi
zincirlerle tanışınca
medeniyeti buldu

b)insan ilkelken özgürdü
sonra kendine zincirlerden bir medeniyet kurdu.

a)insan zincirlerden ilkeldi
şimdi medeniyet
zincirlerin esiri

b)insan ilkelken zincirdi
toplum, zincirken hür.
medeniyetten beri
insan kırık bir halka
zincirler ise demirden dövülür...



Hamiş:ekşi sözlükten alıntıdır.

24 Temmuz 2009 Cuma

i(mi)ş

Öyle deli bakardı ki gözleri yüzüne bakarken sırtını görüyor sanırdın.geceye bakarken gözlerinde mehtabı farkederdin sanki.keşkesiz sürüyor hayat tarlasını sanırdın,umut eker sevinç toplar tarlasından...sen küçük dertlere teleskopla
(b)akarken dertler doldururken akıl kotanı , o büyük dertlere dahi ters tarafından bakardı teleskobun kendi büyüktü dertler küçük.güçlüydü o aciz hissederdin düşündükçe ...görünce deli bakışlarını özüm yitti mi diye sorardın kendine . her anını o doldursun isterdin.ne çok şey bilirdi,tatlı dilliydi dinletirdi kendini.dinlerdin dinlerdin yetmezdi,yetinmezdi içindeki aç canavar.daha çok şey bilmek isterdin onun hakkında.araştırır soruştururdun kimse bilmezdi onu senden başka .şaşardın.tek cümle dökülmez olurdu ağzından.tek kelime.tek harf...yaşar giderdin bir ömürü baştan başa onunla.o hep doğruyu söylerdi sen çoğu zaman uymazdın ona uyunca başında kavak yelleri,kanında serotonin...ölmeden 5 saniye evvel anlardın onu kimmiş neymiş.adı sanı.adı vicdanmış melek soyundan bir asilzade imiş...içinde yaşar bir sana görünür kılar imiş kendini...seni hayvandan ayırt eden akıldan gayrı vicdan imiş.anlarsın o 5 saniyede.kanında endorfin.yüzünde korku yahut tebessüm.ya kızıyor ya gülümsüyor o asilzade sana.gönderiyor seni.uğurluyor..imişler aleminden idiler alemine...

17 Temmuz 2009 Cuma

Öyle

Sanma ki
Sana baktığımda
Aklımdan aşklar gelip geçiyor...
Sana bakınca
Kendimi soyut bir aynada
Seyrediyor gibiyim...
Nasıl ki / Karşılıklı iki ayna
Çoğalıp gider /
Öyle...
Sırtımda bir şüphe küfesi
Sürüyorum...
Tam ıssızlığımın kavşağına gelince
Sanma ki aklımdan
Aşklar geçiyor.
Kendimi kendimden sıyırıp
Sarılıp /
Doyasıya öpmek istiyorum
Nasıl ki karşılıklı iki ayna
Çoğalıp gider
Öyle...


Fikret Kızılok
Powered By Blogger

İzleyiciler